TUZ EKİMİ FESTİVALİ

TUZ EKİMİ FESTİVALİ

Gelenek ve göreneklerimiz, yöresel efsane ve hikayelerimiz genelde dilden dile aktarıla aktarıla gelir. Dedeler neneler torunlarına, analar babalar çocuklarına, onların da kendilerinden sonraki kuşaklara anlatımları ile yaşar belleklerde. “Tuz Ekimi Efsanesi” de böyle ulaştı bizim kuşaklara Çal Dağı’nın köylerinde. Böyle böyle daha yüzyıllarca da yaşayıp gidecek.

Çocukluk anılarımı yazmaya çalıştığım bu günlerde, internette gözüme bir haber ilişti. Haberde Çal Dağı’nda “Tuz Festivali” ve “Giresun’a 40 km uzaklıktaki Çal Dağı’na yapılan, dünyanın denize en uzak deniz feneri”nden bahsediliyordu. Çal Dağı bizim dağımız. Köyümüz Çal Dağı’nın eteklerinde kurulu. Bu “Tuz Ekimi Efsanesi” de bizim yörenin, dilden dile, büyükten küçüğe anlatılan, aktarılan bir efsanesi. Dolayısıyla bu haber ilgimi çekti.

Bu haberin detaylarına girmeden önce, çocukluk yıllarımda dinlediğim, habere konu “Tuz Ekimi Efsanesi”ni anlatmalıyım. … Efendim! Hikaye bu ya, geçmiş bir tarihte (o tarih hangi tarihse artık), Giresun’a 40 km uzaklıktaki, 2000 metre yükseltisi olan Çal Dağı’nda, dağın zirvesi sayılabilecek, komşumuz olan bir köyde yaşayan büyüklerimizden ikisi sohbet ederken konu tuza gelir. Biri der ki: “Yahu biz her şeyi tarlamızda ekip biçerken bu tuza niye para veriyoruz. Tuzu da tarlamızın bir köşesine ekelim.” “Haklısın” der arkadaşı. (ki bence de haklı. Allah bu kafayı, bu aklı boşuna vermedi herhalde, kullanmak lazım.)

Neticede, ekim zamanı uygun bir tarlaya ortak tuz ekerler. Bahar geçer, yaz geçer, ekinler boy verir, hasat yapılır ama tuz tarlasında hiçbir gelişme yok. Allah allah. Boz toprak üzerinde lüzumsuz otlardan başka bir şey yok. Seneye tekrar ekerler, gene yok. Seneye bir daha… Yok. Topraktan beklenen tuz filizleri çıkmıyor bir türlü. Buna bir anlam veremezler haklı olarak. Üstelik çok da verimlidir bizim oraların toprakları. “Taşı eksen biter” derler ya, o türden yani. Su derdi de yok. Üç gün yağmursuz geçmez en sıcak aylarında bile.

İki arkadaş günlerce düşünürler. Bu tuz niye bitmedi? Sonunda sebebini de çaresini de kendileri bulurlar. Derler ki “Biz tuzu ekiyoruz ama koruyamıyoruz. Herhalde geceleri bir mahlukat gelip, toprağı eşeleyip tuzu yiyor. Bundan sonra geceleri nöbet tutalım.”. O sene tekrar tuz ekerler ve ellerinde tüfekleri; karşılıklı, tarlanın iki yanında nöbet tutmaya başlarlar.

Hava sıcak, sinek bol. Nöbet gecelerinin birinde, iki arkadaşın da alnına sinek konar. Hafif bir sesle, “fiyuuvvv”, ıslıkla uyarırlar birbirlerini. Her ikisi de işaret parmakları ile alınlarındaki sineği işaret ederler birbirlerine. Tüfeklerini kaldırıp karşılıklı nişan alırlar ve aynı anda tetiklere basarlar. Bummm… bummm… Sabah, aileler, tuz tarlasının iki yanında, yerde uzanmış cesetlerini bulurlar tuzcu arkadaşların. Aile büyüklerinden biri şöyle seslenir diğer aileye “Ne sizdendir ne bizden, olduk üç okka tuzdan.” …

Haberde, bu “Tuz Ekimi Efsanesi”nin yöre halkı tarafından festivale dönüştürüldüğü, artık her yıl 7 Ekim’de Çal Dağı’nda “Tuz ekimi ve tuz festivali” düzenlendiği belirtiliyor.

Gurur duydum yörenin bir yetişkini olarak. Artık her yıl 7 Ekim’de Çal Dağı’nda “tuz” ekeceğim. Ekim işini bitirdikten sonra, Giresun’a, denize 40 km uzaktaki Çal Dağı’na yapılan “Dünyanın denize en uzak deniz fenerine çıkıp, denizin dağın eteklerindeki vadilerden Çal Dağı’na süzülüşünü gözleyip, hazırda bekleyen takaya binip kürek çekeceğim sisler arasında efsaneye doğru. Gerçi, bugüne kadar, yüzyıllardır buradan takalarla denize açılanlardan geriye dönen olmamış ama olsun, demek ki, şairin dediği gibi; “Bir çok giden memnun ki yerinden, Çok seneler geçti, dönen yok seferinden.”

Gidenlere selam olsun…