ASKERLİK
ASKERLİK¶
Bilecik Jandarma Er Eğitim Alayı.
1985 Ağustos 20’lerde bir Cumartesi akşamı, dini bayramların birinde, nizamiye kapısından girdim Alay’ın. Kapıdaki görevli askerler sorgu sual eyliyorlar.
Kısa dönem, 8 aylıklardan acemi er adayıyım. Kıyak yapıyorlar bana “Abi hem hafta sonu, hem bayram. Hemen teslim olma, şehir hemen şuracıkta git dolaş, Pazartesi gel.” diyorlar.
“Üstelik çavuşlar da rahat bırakmazlar, hemen eğitime çıkarırlar abi. Çok gelen oldu, hepsi şehirde geziyor.” diyorlar.
28 yaşındayım, “abi” olmam doğal. Ama teklifleri kabul etmiyorum. Hazır gelmişim, riske girmeye gerek yok. Bilecik bilmediğim bir şehir, ya kaybolursam, nerde bulup da getireceğim kendimi. Hazır getirmişken teslim edeyim de başım ağrımasın. …
64 gün eğitim yaptık Bilecik jandarma kışlasında. Eğitimde sıkıntı yok, spor yapıyorsun farzet. En çok “yat, sürün” yapıyoruz. Onda da sıkıntı yok ama adaletsizlik var, ona bozuluyorum. Başımızdaki çavuşlar, bizden bir dönem önce gelmiş kısa dönemler. Hepsi uzman eğitimci sanki. Durup dururken “yat sürün” çekiyorlar. Adaletsizlik olmasa, akşama kadar sürünelim. Yürüyüş sırasında arka takımlardaki erlerden birisi yanlış adım atmış ya da tören yürüyüşünde gerizekalının biri komutana bakmamış.
“Bölük durrr. Solaa dönn. İlerii marş marş.”
Yoldan aşağı bir koşuşturmaca başlıyor. Ben boyumdan dolayı öndeki takımdayım. “Marş marş”tan sonra, “bölükk durr “ gelinceye kadar ben koşuyorum 300 metre ama kurnazlar bir şekilde yola 40-50 metrede yatıyorlar.
“Yaaatt, sürüünn”
Kurnazlar sürünüyor 50 metre, ben sürünüyorum 250 metre. Çok çektim bu adaletsizlikten. Bir arkadaşım; “Aptallık sende, niye o kadar uzağa koşuyorsun.” demese daha da çekerdim.
Yemin törenimize eşim Sabahat, Nedim bacanak ve Şükran ablam geldiler, oğlum Ogün de kucaklarında. Nasıl bir duygu, nasıl bir mutluluk anlatamam. (Eşim Sabahat yemin töreni değil, bir bayram günüydü diyor ama benim aklımda yemin töreni olarak kalmış.)
Bize göre, çevremizde eğitim gören normal erlerin şartları daha ağır, üstelik dayak da eğitimin bir parçası. Bizde dayak yok. Bizde ceza “yat sürün”, onu da çavuşlar cezadan çok, eğitim olarak görüyorlar.
Nasıl olduysa, bir sabah içtimasında bölük komutanımız, çavuşlarımızdan birine bir tokat attı. Çavuşlarımız çok öfkeli. “Nasıl tokat atar, bu tüm bölüğe atılmış bir tokattır.”
Bir hafta sonra, yanlış hatırlamıyorsam, Zonguldak’tan, Tümen’den 3 yüksek rütbeli denetime geldi. Bölükten seçilen bir manga sorguya çekildi. İçlerinde ben de varım. Tabur komutanımız, bölük komutanımız ve denetime gelen komutanlar hepsi bir arada.
Sorgucu komutanlardan biri, mangayı gözden geçirdikten sonra, beni işaret etti. “Selami Işık, Giresun, emret komutanım.” “Bölükte dayak var mı çocuğum?” “Görmedim komutanım.” “Ya alayda, diğer bölüklerde?” “Duymadım komutanım.”
Ben kaçın kurasıyım. Kolun, kırılsa da, yenin içinde kalması gerektiğini bilmez miyim? …
Mutfak sırası bizim mangaya gelmiş. 10 kişi mutfağa gittik. Aramızda AKM Klasik Türk müziği sanatçısı Muzaffer Yavuz ve İzmir TRT’den Mustafa Kaçar da var. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Mutfakta, diğer normal bölüklerin erleri var, patates soyuyorlar. Yaklaştık. Başlarındaki çavuşlar, onbaşılar bırakmadılar; “Abi biz hallediyoruz. Siz bulaşmayın. Geçin oturun kenarda.”
Bırakmadılar ki anılarımız zenginleşsin. Çekildik kenara. Bir iki kişi erzakların olduğu kapalı yere girdik, çuvallarda ceviz içi dolu. Görevli arkadaş “Doldurun abi ceplerinizi.” dedi. Doldurduk. Öyle de lezzetli ki.
Akşam olmak üzere. Yemekten sonra arazideki açık amfilerde gece dersi yapıyoruz. Bilecik’in geceleri çok soğuk. Donuyoruz amfinin beton basamaklarında. Aklıma, sivildeki arkadaşların askerlik anıları geliyor. Kimisi mutfaktan kaçmış, kimisi eğitimden kaçmış, kimisi nöbetten kaçmış, bir sürü maceraları, anıları var anlatacak. Ben de az kurnaz sayılmam hani. Arkadaşlara; “Yemeğe gitmeyelim. Yemekhaneden doğru araziye götürürler. Buralarda oyalanalım, bu soğukta amfide ders çekilmez. Kim fark edecek yokluğumuzu?” diyorum. Anlaşıyoruz, gitmiyoruz yemeğe de arazi dersine de. Mutfağın yakınlarında, bir çam ağacının altında ceviz içi yiyerek ve sohbet ederek vakit geçiriyoruz.
Hafif yağmur başlıyor, müthiş bir soğuk var. İt gibi titriyoruz soğuktan. Saat 10’a doğru, artık dönmüşlerdir diyerek, kalkıp yemekhaneye gidiyoruz. Ortalık sakin. Arkadaşlar grup grup masalara oturmuşlar, çay içip sohbet ediyorlar. Biz de ayrılıp, dağılıyoruz salona. Tanıdığım bir arkadaşın masasına ilişip, soruyorum; “Amfi çok soğuk muydu?” “Hangi amfi?” “Gece dersi için gittiğiniz amfi?” “Gece dersi için araziye gitmedik ki, yemekhanede ders yaptık. Sen yok muydun?” “Ben biraz rahatsızım da…”
Nasıl yani? Büyük bir cesaret örneği göstererek kırdığımız gece dersini, bölük yemekhanede, sıcacık ortamda yaparken, biz dışarıda boşuna mı it gibi titredik?” Şanssızlık bu kadar olur yani.
Mustafa Kaçar’ın eşi İzmir’de yalnızmış, küçük de bir çocuğu varmış. Kadın çalışıyor, çocuğun bakımı ve iş arasında çok sıkıntı çekiyormuş. Mustafa usta birliği olarak İzmir’e, olmadı Manisa’ya düşmeli. Hem kendisi, hem eşi torpil peşinde. Nüfuzlu adamlara ulaşıyorlar, Manisa’da anlaşıyorlar. Çok mutlu Mustafa, aylar süren stresten kurtuldu. Manisa için hazırlık yapıyorlar. Benim için fark etmiyor çünkü fark ettirecek torpilim yok.
Gün geliyor, bilgisayar üzerinden belirlenmiş kuralarımız açıklanıyor. Ben Aydın’a düşüyorum, Mustafa Van’a. “Keşke torpil yaptırmasaydın, belki İzmir’e düşerdin.” diye takılıyoruz Mustafa’ya ama en az onun kadar üzülüyoruz.