TÖMBELEK
TÖMBELEK¶
Benim çocukluğumda, yani 1960’lı yıllarda oruç kış aylarında tutuluyordu. Bu yüzden ben, Ramazan’ı yani orucu kış ibadeti olarak bildim uzun yıllar. Köy ve oruç ve dini bayramlar hep güzel şeyler canlandırır hafızamda. Özellikle Ramazan’ın geceleri eğlenceli olurdu köy yerinde. Bir kere, 14-15 yaş üstü istisnasız oruç tutardı. Tutmayanlar varsa da açık etmezler, edemezlerdi herhalde.
Ramazan’ın özel bir hazırlığı olurdu bizde. Buğday unundan yufka açmak. Buğday unu önemli, çünkü biz tarlamızda yetiştirdiğimiz mısır unu ile besleniriz. Eve buğday unu Ramazan dışında pek uğramazdı. Hatta yılda belki bir, belki iki kere beyaz, bembeyaz buğday ekmeği yapılırdı ve biz inanılmaz mutlu olurduk. Hele buğdaydan fırın ekmeği bulduğumuzda yanına katık bile aramazdık. Annem ve bir komşu teyze otururlar ocağın başına, sofranın üzerinde yufkayı açarlar ve açtıkları yufkaları, her evin oturma odasının başında bulunan ve bizim gibi dağ köylerinin çok kolay ulaşıp, sırtta, çok zahmetle getirdiği odunların yakıldığı ocaklarda, üç ayaklı sacayak üstünde ateşe kapaklanmış, altı kül sıvalı sac üzerinde kuruturlardı. Köyde hemen her ev bu hazırlığı yapardı ve biz yufka hazırlığından anlardık Ramazan’ın yaklaştığını. Evin bir köşesinde, üst üste konulunca kocaman bir yığın gibi duran bu yufkalar ne kadar da çabuk biterdi. Yufkaların azaldığını gördükçe üzülürdük.
Bu yufkalardan, kat aralarına bulgur koyarak baklava dilimli börek yapardı annem. İftar ve sahur yemeklerinde Ramazan’ın en gözde yemeği idi bulgurlu yufka böreği. Yemeye de tadına da doyamazdık. Bulgur yerine pirinç de koyar mıydı annem? Hatırlamıyorum. (İstanbul’da da zaman zaman bu böreği bazen bulgurlu, bazen pirinçli yapardı.) Ocakbaşında, kuzine dediğimiz fırınlarda pişirilen bu böreğin üzerine toz şeker, şekerin üzerine su serpilir ve tatlı olarak yenirdi. İstanbul yıllarımızda şekerden vaz geçildi, tuzlu olarak soframızda yer aldı.
Sonra bu yufkalardan burma tatlı yapılırdı ve bu tatlı da Ramazan ve dini bayramlara özeldi. İçine kırılmış, ezilmiş fındık ya da ceviz konulan yufkalar, iki parmak kalınlığında kıvır kıvır sarılır ve bir tepsinin içine, yuvarlak oluşturacak şekilde yerleştirilerek, bol şeker ve su dökülerek fırına verilirdi. Şerbetli, dışı yumuşak, içi sert bir tatlı olurdu burma tatlımız. Biz çocuklar çok severdik. İstanbul’da pek yemedik bu tatlıdan. Yıllar sonra, annemin rahmetli oluşundan sonraki yıllar, bu tatlıyı özlediğimi duyan, İstanbul’da da sık sık birlikte olduğumuz, köyden çocukluk arkadaşım Abdullah Ayar’ın hanımı, Zırabın Halil’in kızı Fatma, bir tepsi burma tatlı yapıp gönderdi bana. Elleri dert görmesin. Çok da güzel yapmış. Burma tatlı krizime iyi geldi.
Ve, Ramazan sofralarının, dini bayram sofralarımızın unutulmaz tatlarından yuvarlak top un helvası. Her Ramazan’da, özellikle de bayramlarda istisnasız bu yuvarlak top un helvası yapılırdı. Ne kadar yesek de doyamazdık tadına.
Ramazan aylarında, iftar saatlerinde kulağımız da, gözümüz de Elmatepe’de olurdu. İftar topumuz Elmatepe’de patlatılır, topun sesinden önce, kırmızı ışığını görmeye çalışırdık patlamanın. Her ne kadar oruç tutmasam da iftar saatlerini heyecanla beklerdim. Hele sahurlar. Ramazan geceleri, çoğu zaman sahura kadar uyumazdık ya da aklımız sahur yemeğinde olduğu için ilk tıkırtıda uyanır, anne babalarımız bizi sofraya çağırıncaya kadar öksürür, tıksırır, uyanık olduğumuzu belli eder, çağırmalarını beklerdik. Her zamanki yemekler de olsa çok tatlı, çok çekici gelirdi sahur yemekleri.
Bazen oruç tutmaya niyetlendiğimiz de olurdu. Sabah oruçlu kalkar, okula oruçlu giderdik. İftara kadar bir şey yemesek de, kış olduğu ve yollarımızda kar olduğu için, çok susayınca ağzımıza bir avuç kar atar, gören olursa “Unuttum” derdik. Allah affeylesin. Bizim çocukluğumuzda çok kar yağardı köye. Karsız Ramazan hatırlamıyorum. Kardan dışarı çıkamadığımız, boyumuzu geçecek kadar yağdığı olurdu çoğu kış.
Ramazan gecelerinin en büyük ve unutulmaz eğlencelerinin başında Tömbeleğe çıkmak gelirdi. Tömbelek, yöreye özgü, yaşayan önemli gelenek göreneklerimizden biridir. Gece yarısı, sahur öncesi, genelde birkaç genç delikanlı, ellerinde fener, gizlice komşunun kapısına gider davul ya da boş teneke çalar, maniler okurlar, ev sahipleri de bu tömbelekçilere küçük hediyeler verirlerdi. Bizim tömbelekçilerimizin davulu yoktu, boş yağ tenekelerimiz vardı, Vita yağı tenekeleri..
Eski cami direk ister Söylemeye yürek ister Benim karnım toktur ama Arkadaşım börek ister
Ne uyursun, ne uyursun Bu uykudan ne bulursun Tut orucu kıl namazı Cennet’alayı bulursun
Kapıya gelen tömbelekçilere ev sahibinin ikramları, hediyeleri çok nadir olarak 50 kuruş, 1 liralık gibi para olur, ancak genelde top helva, burma tatlı, ceviz, fındık gibi tatlı ve çerez türünden olurdu. Tömbelek için mahalledeki komşularımızın kapısına gidilirdi genelde, büyük abilerin köydeki diğer mahallelere, hatta bir keresinde Meliha teyzemin oğlu Abidin abilerin Güneyköy’e tömbeleğe gittiklerini, kendi anlattıklarından hatırlıyorum.
Yaşım küçük olduğu için beni pek tömbeleğe götürmezlerdi ama yine de bir gece de olsa tömbeleğe çıktığımı hatırlıyorum. Meliha teyzemlerin, Akşamuların kapısına gidip maniler okuduk. Hediye olarak ne verdiler hatırlamıyorum ama benim için hediyeden çok tömbeleğe çıkmak önemliydi.
İnternette; tömbelek geleneği üzerine şöyle bir yazı okumuştum:
“Tömbelek; dümbelek sözcüğünün yöremizdeki söyleniş biçimidir. Tömbelekçi; şehir ve kasabalardaki ramazan davulcularının görevini yapardı yöremiz köylerinde. Günümüzde ‘tömbelek’ geleneği unutulmuş gibidir. Şimdi 40-50 yıl gerilere gidelim. Köylerde 7-15 yaş arasındaki üç dört çocuk ellerine bir teneke kutu ve tokmak alır. Sahura yakın saatlerde kapı kapı dolaşırlar. Her kapıda elindeki kutuya tokmak ile teneke kutuya çocuklardan biri vurur. Hep birlikte, yüksek ses ve özel bir ezgiyle koro halinde maniler söylerler. Dümbelek görevi yapan teneke kutuya tömbelek, çalıp söyleyen çocuklara tömbelekçi, söyledikleri manilere de tömbelek türküsü (Ramazan manileri) adı verilmiştir. Tömbeleğe gitmek çocuklar için eğlenceli bir iştir. Tömbelekçilerin sesiyle uyanan ev sahibi, onlara bahşiş olarak para, yumurta, tatlı ya da helva verir. Tömbelekçiler aldıkları bahşişi aralarında eşit olarak paylaşırlar.”
Bugün de Ramazan geceleri tömbeleğe çıkılıyor mu bilmiyorum. Bence yaşatılması, gelecek kuşaklara aktarılması gereken güzel bir gelenek.
…
İki bayram hatırlıyorum köydeki çocukluk yıllarıma ait. Birincisi, Ramazan mı, Kurban Bayramı mı hatırlamıyorum, Çıtlaklar mahallesindeki cami önünde, bayram namazı çıkışı, Zırabın Halil’in kocaman bir kazan içinde pişirdiği pirinç pilavının tadı. Bu yaşıma kadar böyle lezzetli bir pilav yediğimi hatırlamıyorum.
İkincisi, bir Kurban Bayramı günü, Fahri Çapan ile birlikte Topallar mahallesindeyiz. Mahmudun Osman dediğimiz komşularımız kurban kesmişler. Fahri ile bana poşet içinde kurban eti verdiler (Allah kabul eylesin). Fahri ile nereye gidiyor isek hatırlamıyorum, elimizde et poşetleri ile gitmek istemedik. Yolumuz tarladan geçiyor. Yerler ıslak, toprak yumuşak, toprağı biraz eşeleyip etleri gömdük, dönüşte almak üzere. Dönüşte, tarlaya gömdüğümüz etlerin olduğu yere geldiğimizde, çukurun eşilmiş, toprağın dağılmış olduğunu gördük. Bizim etler yok olmuştu. Herhalde, bizim kurban etlerimiz mahalledeki köpeklerin kısmeti olmuştu.