İLKOKUL ÇAĞIM GELMİŞ

İLKOKUL ÇAĞIM GELMİŞ

1963 yılı Eylül ayı başları olmalı. Kizirlerin (Meliha teyzemlerin) yukarıdaki evlerine çıkarken, sağda genç bir çam ağacı vardı. Halen duruyor mu bilemiyorum. 6. yaşımın sonlarındayım. Çam ağacına çıkmışım türkü söylüyorum. Tek başıma ağaçta ne işim varsa.

Aşağıdan bizim evden annemin çağrısını duyuyorum; “Selamiiiiii!” “Eyyyyyyy!” “Nerdesin nebrinin oğlu, çabuk eve gel!”

Ağaçtan iniyorum. Fındık ocaklarının arasından, patika yoldan koşarak eve geliyorum. Evde annem beni bir taraftan giydiriyor, bir yandan konuşuyor. Makbule halam gelmiş Alıyoma’dan. Bu sene Bahtiyar abim Güneyköy okuluna gidecekmiş. 4 senedir halamlarda, Alıyoma okulunda okuyan abimin yerine, bu sene ben gidecekmişim halamlara okumaya. Halam beni almaya gelmiş. Annem bir taraftan beni hazırlıyor, bir taraftan nasihatler veriyor. İyi okumalıymışım, çok çalışmalıymışım, söz dinlemeliymişim, yaramazlık yapıp halamları üzmemeliymişim…

İyi de, o güne kadar bana okuldan, halamlara gideceğimden bahsedilmedi. Durup dururken halamlara gitmek nereden çıktı? Şaşkınım. Mutlaka konuşulmuştur da ben hatırlamıyorum herhalde…

Annem elimden tutup, nememlere götürüyor beni. Halam orada, hem annesini babasını ziyarete, hem de beni alıp götürmeye gelmiş. Sonrası, hatıralar, detaylar silik. …

Halamın kızları Emine abla ve yaşıtım Taliye ile okula gidiyoruz. Emine abla 3. sınıfta olmalı, biz Taliye ile 1’de, aynı sınıftayız.

Alıyoma ilkokulunda bir yıl okudum. Çok şey kalmamış hafızamda. İlk futbol topunu orada gördüm. Benim bildiğim top, plastik, iki üç günde yırtılıp parçalanan, patlamış haliyle, hatta parçalanmış haliyle peşinden koşup tekmelediğimiz bir şeydi. Ama Yoma okulunda bizden büyük çocukların elinde daha büyük, kahverengi bir şey vardı, meğer esas futbol topu oymuş.

Sonra bir Şaduman vardı. 3 veya 4. sınıfta olmalı. Koruyucum gibiydi. Ne zaman düşsem, ne zaman birileri beni itip kakışlasa hemen yetişir, beni kaldırır, üstümü başımı temizlerdi. Hiç konuştuğumuzu hatırlamıyorum, herhalde beni ablalık duygusu ile koruyup kollamaya çalışıyordu. Gerçi Emine ablaya kalırsa ben Şaduman’a aşıkmışım, bana kızdıkça hep bunu söylerdi ama aşık olmak nasıl bir şeydi ki? Ben öyle bir şey bilmiyordum. Halam da bağırırdı Emine ablaya.”Bir daha öyle şeyler duymayayım” derdi ama Emine abla kızdı mı gözü kimseyi görmez, kulağı kimseyi duymazdı.

Makbule halama, İsmail enişteye çok minnet borcumuz vardır. Bizim köyde okul olmadığı için, Bahtiyar abim ilkokulun ilk dört sınıfını halamlarda okumuştu. Benim okul yaşım gelince abim köye dönmüş, 8-10 km uzaklıktaki Güneyköy ilkokuluna kaydolmuş, halamlara ben gönderilmiştim. Makbule halam da, İsmail eniştem de kendi öz çocukları gibi davranırlardı. Ben de kendi evimde gibi rahat bir yıl geçirdim halamlarda. Mekanları cennet olsun inşallah.

Makbule halamdan bahsedip de Fatma halamı es geçersem vebal altında kalırım.

Bana “Hayatın boyunca tanıdığın cennetlik bir kişi söyle” deseler, hiç düşünmeden “Fatma halam” derim. Ailemizin adeta koruyucu meleği idi. Çocuktum, belki çok şeyin farkında değildim ama o çocuk halimle bile, en zor en yokluk anlarımızda bir şekilde yetiştiğini görür, bilirdim Fatma halamın.

Babam annemi kaçırdığında annem 13 yaşında imiş. Çocukmuş yani. Belki de kızı gibi gelini gibi koruyup kollamış annemi sevgili Fatma Halam. Annem vefat ettiğinde, ayakta duracak gücü, mecali olmayan halam bir günlük yoldan, otobüs yolculuğuna katlanarak geldi, annemi cennete yolcu etmek için. Nurlar içinde yatsın inşallah.

Dedem sahip çıkmamış babama, annemi kaçırdığında. Gerçi dedemin babama ayıracak kadar malı mülkü de yokmuş ya.

Anneannem (büyükannem) orta ölçek bir fındık bahçesi ve mısır tarlası vermiş. Büyükannem 3 kızı olan dul bir kadın. Gözlerinden rahatsız olan annemin babası, bu rahatsızlığına kahredip, çekip gitmiş, bir daha da dönmemiş.

Köydeki arazisinin yarısını Meliha teyzeme, yarısını anneme vermiş büyükannem, Emine teyzeme arazi düşmemiş nedense.

İnşaat işinden, marangozluktan anlayan dedem yapmış evimizi, büyükannemin verdiği tarlanın başına. Ahşap kısmını yapıp, dış dolgusunu yapmadan bırakmış, “benden bu kadar” deyip gitmiş.

Biz çocuklar severdik dedemizi ve nenemizi. Ne olmuşsa, ne yaşanmışsa geçmişte olmuştu. Biz bırakın kavga dövüşü, tartışmalarına bile şahit olmadık. Hem belli etmeseler de severlerdi bizi. Kulakları iyi duymazdı ikisinin de. Ne zaman dedemlere gitsem, dedem pek konuşmazdı ama, nenem güler yüzle karşılar, sac üstünde yağlı mısır ekmeği yapardı. Elinden o kadarı gelirdi fakirin. İkisi de Allah’ın makbul katındadır inşallah. … Alıyoma (Camili) ilkokulunda öğretmenimiz İbrahim Kurt’tu. Beni severdi, sınıf başkanı yapmıştı beni. Sınıfta en yakın arkadaşım Tacettin’di. Çok kolay adapte olmuştum okula. Zorlandığım, sıkıntı çektiğim bir konu hatırlamıyorum.

Halamın benim yaşımdaki kızı Taliye ile birlikte başlamıştık okula. Okula adapte olmamda da, derste başarılı olmamda da bunun etkisi olmuştur diye düşünüyorum. İyi ve başarılı bir yıl geçirmiş, Tacettin’in oyunu ile sınıf başkanlığını bırakırken de, çok da önemli bir hayat dersi almıştım.

Bu çok önemsediğim hayat dersini ayrı bir bölümde anlatacağım.