12 EYLÜL 1980 VE ÜNİVERSİTE

12 EYLÜL 1980 VE ÜNİVERSİTE

Ve 12 Eylül sabahı…

Sabah 7.30 gibi Karlıtepe’deki evimizden çıkıyorum. Çoğu zaman Karlıtepe durağından binerim İETT otobüsüne ama o sabah Yıldıztabya’ya yürüyorum ara sokaklardan. Durağa çok yaklaşmışım, iki jandarma eri, alışmışız sıkıyönetimden, garipsemiyorum. “Dur bakalım, nereye gidiyorsun?” “İşe gidiyorum.” “Televizyon izlemedin mi sabah kalkınca?” “Hayır izlemedim. Noldu ki?” “Darbe oldu kardeşim darbe, sokağa çıkma yasağı var çabuk dön evine.”

Yahu bu darbenin lafı bile ne kadar korkunçmuş. Elim ayağıma dolaştı. Rahat ve sakin geçtiğim sokaklardan tedirgin ve etrafıma baka baka döndüm eve. Evde uyuyanları kaldırdım. Televizyonu açtım. Kenan Evren’in tarihi konuşması, arkasından bildiriler. Arada Hasan Mutlucan’dan türküler.

Geçmiş darbeleri konuşması kolaydı. Sen darbeyi yaşa da gör. Gözüm çekyatın ve televizyon dolabının raflarındaki kitaplara takılıyor. Eyvah ki eyvah.

Cilt cilt Nazım Hikmet kitapları. Mahmut’un bir arkadaşının kitapları. Bu kitapları ne yapacağım, nereye saklayacağım ya da atacağım. Polisler, jandarmalar neredeyse gelir. Her an bekliyorum nedense. Darbenin darbe olması için gelmeleri gerekiyor, yoksa niye yapsınlar darbeleri. Ne atacak yerim var kitapları, ne de saklayacak. “Yakalım.” diyor annem. Evet, en iyisi yakmak. Ya bacadan çıkacak dumanlar? Yavaş yavaş, tek tek yakacağız kitapları.

Arkadaş, kitap yakmak ne zormuş? Hele bütün olarak hiç yanmıyor. Başladık ufak ufak parçalamaya. Öğlene kadar zor yaktık ama kurtulduk kitaplardan. İçimiz rahatladı biraz. Binanın arkasına, çöp tenekesinin içine doldurduğunuz kalıp kalıp külleri saymazsak, suç unsuru yok artık evde. …

Aramızda kalsın. Polisi, MİT’i, emniyeti duymasın ama, 40 yıldır iddia ediyorum ki, 12 Eylül darbesi benim için yapıldı.

Rahmetli Kenan Evren’e sorsaydılar ki, “12 Eylül’ü niye yaptın?” diye. “Aha şunun için yaptım netekim.” derdi beni göstererek. “Niye bu adam için darbe yaptın paşam?” diye sorsalardı da, “Okusun diye yaptım, okula gidebilsin diye yaptım.” derdi. “Ben darbe yapmasaydım, çalışmak zorunda olan bu garip, işi bırakıp nasıl okula gidecekti? Darbe yaptım, DİSK’i, Hak-İş’i, MİSK’i kapattım ama Türk-İş’i kapatmadım. Sadece faaliyet yasağı koydum. Bunun çalıştığı şube de, faaliyet yasağına dahil olduğu için rahat rahat okuluna gidebildi netekim.” derdi.

Kim ne derse desin, ben kendi at gözlüğümle bakıyorum. Siz de at gözlüğü takın, benim gibi görün. …

Darbe sonrası, her gün akşama kadar oturuyoruz şubede ama ay sonu maaşımızı alıyoruz. Bence bu sistem Kenan paşanın muhteşem Yeni Dünya projesi idi. Kıymetini bilemedik.

Okula kaydımı yaptırdım. Mürsel başkan, “Ders zamanı okula git, ders dışı saatlerinde işe gelirsin.” diyor sağolsun.

İlk üç yıl rahat gidip geldim okula. Çok da zorlanmadım derslerimde. Zaten severdim coğrafyayı. Allah gönlüne göre veriyor insanlara. Yeter ki sen kıymetini bil. Arada Adıyaman salaş kahvesine kaçtığımız, maça kızı, King partileri yapıp, derse giren arkadaşlardan fotokopi kovaladığımız da oldu.

Bu arada 1983 yılı başında evlendim, köyde, istiharede gördüğüm Sabahat’la. Onun istiharede, siyah beyaz silik bir resmini gördüğüm kız olduğunu yaklaşık 40 yıl sonra fark ettim.

1983’te yapılan seçimle normal hayata dönülünce, benim okula gidiş gelişlerim biraz aksadı.

Bir akşam şubede çalışıyorum. Okuldan, Haluk arıyor “Nerdesin lan, sınava niye gelmedin?” diyor. “Ne sınavı, haberim yok.” diyorum. Formasyon derslerinden, Türk dili dersinden sınav varmış fakültenin ana binasında. Ben dersleri aksattığım için, sınav günlerini de kaçırdığım oluyor. Hoca kızmış, bu dönemi geçemeyeceğimi söylemiş. “Hemen okula koş, yoksa hoca kesin bırakacak.” diyor. “Bütün sınıf yalvardık senin için.” diyor.

Hemen fırlıyorum şubeden, saat 6’ya geliyor. Edebiyat Fakültesi ana bina üçüncü kat. Buluyorum profesörün odasını. Kendimi tanıtıyorum. Yukarıdan aşağı süzüyor beni. “Sen misin o çalışan, evli, hanımı hamile olan?” “Evet benim hocam, özür dilerim, sınavdan haberim yoktu.” “Arkadaşlarına dua et, yoksa bir seneyi kaybetmiştin.” diyor. Sonra masasının üzerindeki kağıt tomarlarının arasından bir tane çekip katlıyor, sadece soru kısmı üste “Soruların bunlar, hani kağıdın kalemin?” diye soruyor. “Aceleden düşünemedim hocam.” diyorum. Bana bir kağıt, bir kalem veriyor. Sorulara bakıyorum, işim zor. Anlıyor hoca “Çevir cevapları, aynısını yaz ama sadece 2 cevap yaz yeter.” diyor. Arada ne iş yaptığımı falan soruyor. “Bütün bir sınıfın sevdiği biri olmak güzel bir şey, kıymetini bil arkadaşlarının.” diyor.

Sağolsun arkadaşlarım, samimi olduklarım olmadıklarım öyle bir gürültü çıkarmışlar ki hoca pes etmiş. “İnsaf edin hocam” “Çalışıyor hocam” “Üstelik evli hocam” “Hem de hanımı hamile hocam”

Sıralara vurmuşlar, hoca pes edip “Haber verin hemen gelsin.” diyene kadar bırakmamışlar. Hepsine teşekkür borçluyum.

Ne güzel arkadaşlarım oldu Coğrafya’da. Herkesin belirli arkadaş grupları olur ya, benim de Haluk Narinoğlu, Rıdvan Dursun, Handan Akman, Aydan Yakar, Figen Konca, Münevver Sağlam, Nursevil Hancıoğlu, Süha Tapunç, Halit Palakçı, Erhan Göksal, Mine Altıntaş (unuttuklarım affeylesin) benim grup arkadaşlarımdı.

Okulda fazla diyaloğum olmayan bir çok arkadaşımla da 30 yıl sonra başlattığımız yıllık buluşmalarda, ortak mekanların, ortak ders ve streslerin eserleri olarak yakınlaşıp, vazgeçilmez dostluklar kurduk. Bu arkadaşlardan, Özlen Başara, Oktay Baltalı, Meral Avcı, Sedat Avcı, rahmetli Ali Fuat Güleç, Ümit Güleç, Gül Cinel, Nalan Gül, Emine Özmen, Yusuf Akan, Füsun Çileci, Füsun Yıldırır, Nevin Bedirli, Ender Özturk, Erdal Azak, Berrin Öztürk, Oya Özgen, Hale Erdem, Serap İşcan, Eren Adalı, Hülya Yetiş, Sevil Sevindik Çağlar, Canan Sezgin (adını yazmayı unuttuğum arkadaşlarımın affına sığınıyorum) arkadaşlarımında adını not düşmek istiyorum. Levent Erel hocamızın 30-40 yıl sonrasında bile hala aramızda olması da ayrı bir mutluluğumuz. …

Ali Fuat Güleç…

Coğrafya 84 mezunları olarak düzenlediğimiz 2015 yılı buluşmamızda, Ali Fuat arkadaşımızdan yaz sonu, Ağva’daki yazlığına davet almıştık.

Aylardan Ekim olmuş ama bu ziyareti yapamamıştık. Bir gün Kadıköy’deki görüşmemizde Haluk’la birlikte sitem ettik Ali Fuat’a. “Oğlum bir davet yaptın, arkası gelmedi.” “Arkasını siz getireceksiniz, ne zaman geleceğinizi haber verin yeter.” “Bu Cuma geliyoruz.” dedik ve anlaştık. Haluk ve eşi, aynı zamanda okul arkadaşım Handan, ben ve Sabahat gidecek, hafta sonunu Ali Fuat ve eşi okul arkadaşımız Ümit’in yazlığında geçireceğiz.

Yola çıkacağımız Cuma sabahı, daha uyanmamışım, telefon çaldı. Arayan Haluk. Saate bakıyorum, erken daha. Telefonu açtım “Saate bakmıyor musun?” diye çıkışacağım ki; “Selo çocuk ölmüş.” diyor Haluk. Anlamıyorum, uyanamamışım daha üstelik.

“Hangi çocuk ölmüş, ne diyorsun yaa.” “Ali Fuat ölmüş.”

Haluk şakayı, takılmayı sever de böyle şaka mı olur? Hem de sabahın bu saatinde.

Evet ölmüş, sevgili arkadaşımız, güler yüzlü, güleç yüzlü arkadaşımız Ali Fuat ölmüş maalesef.

Akşam, hemşehrim olan hanımı Ümit ile markete, bizim için alışverişe gitmişler. Yorulmuş arkadaşımız. Yattıklarında hırıltılı, garip sesler gelmiş ağzından, hastaneye yetiştirmişler ama kurtaramamışlar can arkadaşımızı.

Çok üzüldük. Kötü hastalıktan kaybettiğimiz Selma Gezinir’den sonra ikinci kaybımız oldu Ali Fuat. Allah ikisini de nurlarda yatırsın. …

Uzatmadım okulu. 1984 yılı Haziran’nında, elimde üniversite diploması ve coğrafya öğretmenliği formasyonu ile ayrıldım okulumdan. 1984 Ekim’inde, ismini yıllar önce koyduğum oğlum Ogün geldi dünyaya. Dünyada bundan büyük mutluluk olabilir mi? Hayatımız renklendi.

85’in Ağustos’unda askere gideceğim, yoklamalar tamam. Oğlumu sünnet ettirmek zorunda kalıyoruz sağlık nedenlerinden ötürü. Askerlik nedeniyle sendikadan tazminatımı alıyorum. Sendikaya dönüş niyetim yok. Tazminatım 1 milyon 200 bin lira. İyi para. Ankara Batıkent’te sendikanın kooperatif konut inşaatı var. Genel Merkez Yöneticilerinin muhalefetine rağmen, Genel Merkez’deki şoför arkadaşın devretmek istediği kooperatif hakkını alıyorum bir milyon TL karşılığı. Şoför Yılmaz Eraslan yöneticilerin baskısına mertçe karşı koyup hakkını bana devrediyor, ona da minnet borçluyum her zaman.

Ve Ağustos’un 20’sinde askerlik görevini yapmak üzere Bilecik’e doğru yola çıkıyorum…