PANDEMİ GÜNLERİ

PANDEMİ GÜNLERİ

2020 yılı Şubat ayının ortalarındayız. Son günlerde, televizyon haberlerinde bahsi geçen Çin kaynaklı bir virüsün giderek yayıldığından söz ediliyor. İlk önce Corona virüsün ortaya çıktığı Çin’in Wuhan kentinin karantinaya alındığını, sonra karantinanın Çin’in diğer kentlerine de yayıldığını her akşam masal dinler gibi dinliyoruz.

“Ne talihsiz insanlar, ülkeler var; yazık, Allah yardımcıları olsun.” modunda takılırken, daha çok 65 yaş üstü olanlara ölüm saçtığı belirtilen virüs, adım adım ülkelere yayılmaya, giderek tüm dünyayı etkilemeye başladı. Uluslararası uçuşlar, ilişkiler kısıtlanmaya başlandı. Şaka gibi…

Bir korku, bir telaş teslim aldı dünyayı. İnsanlık tarihinde ilk kez, tüm ülkeler sınırlarını, havaalanlarını kapattı. İnanılmaz günler, korkular yaşamaya başladık. Her gün ekranlardan eldiven, maske, mesafe ve temizlik uyarıları yapılır oldu.

Uzak uzak ülkeleri aşa aşa, yayıla yayıla bizim ülkemize kadar, hatta bizim şehrimize, semtimize, mahallemize, apartmanımıza kadar geldi bu Coronavirüs denen musibet. Hayatımızı altüst etti. Günlük alışkanlıklarımızı bozdu, yok etti. Koca bir seneyi evde, balkonda geçirdik.

Tüm dünyada, virüse karşı koruyucu aşı çalışması başladı. Ülkemizde, Atatürk döneminde kurulmuş Hıfzıssıhha kurumu günümüz iktidarınca lüzumsuz görülerek kapatıldığı için, gözümüz dışarıda, aşı bekliyoruz.

Okulları kapattık, interneti olanlar uzaktan eğitim alıyor. İnterneti olmayanlar kaderine küssün artık. Eğlence mekanları, cafeler, salonlar kapatıldı. Öncelik 65 yaş üstü olmak üzere, ulaşım, seyahat hatta sokağa çıkışlar kısıtlanıyor. Tüm spor karşılaşmaları seyircisiz oynanıyor, hatta bazı branşlarda maçlar iptal ediliyor.

Ekonomik hayatta zaman zaman kısıtlamalar yapmak zorunlu, ancak mağdur vatandaşlara gerekli ekonomik yardımı yapamıyor devletimiz. Pandeminin ilk aylarında aldığımız 5-10 maskeden başka yardımını görmedik devletin. Daha fazlasını gören oldu mu bilmiyorum.

Sokağa çıkışlar kısıtlanıyor, toplantılar ve toplu buluşmalar yasaklanıyor. Her vatandaşın bir buçuk-iki metre mesafe kuralına uyması zorunlu. Ancak bu yasak ve zorunluluklar iktidar partisinin toplantı ve gösterilerinde geçerli olmuyor. Bilim insanlarının uyarılarıyla, vatandaşın aklıyla dalga geçiliyor adeta.

Bir yıldan uzun zamandır evde mahpus gibi yaşıyoruz. Dışarı çıkmak zorunda kaldığımızda çok dikkatli davranıyoruz. Çocuklarımıza sarılamıyoruz, öpemiyoruz.

Hayatımızı internet ve WhatsApp üzerinden yaşıyoruz. Allah bu teknolojiyi bulandan, geliştirenden, evlerimize, ceplerimize ulaştırandan razı olsun. Torunum iki aylık oldu. Can’ımı uzaktan da olsa görebiliyorum bu teknoloji sayesinde.

İki aşımızı da olduk bu arada çok şükür. Çin’den gelen virüse karşı, Çin aşısı Sinovac ile korunuyoruz artık. İkinci aşıdan bir hafta sonra virüs ziyaretime gelmiş doktorumun söylediğine göre. Belki de aşının sayesinde, semptomsuz ve de ucuz atlatmışım ziyareti.

Madem ki hayatımız evde, dört duvar arasında geçiyor, madem ki bu kadar boş zamanımız var, öyleyse değerlendirelim dedik, bir şeyler yazalım en azından.

“Ben yazmayı düşünüyorum, sen de yaz baba” dedi kızım Rüya. Ben yazmaya başladım, sıra kızımda.

“Yaz baba, derlemesini, düzenlemesini, basım işlerini ben hallederim.” dedi oğlum Ogün.

“Bir başlayayım, bakalım 30-40 sayfa bir şey çıkar mı?” dedim kendi kendime. Oğlumun en son düzenlemesine göre 220 sayfayı geçmişim.

Eklemeler, çıkarmalar sonunda bakalım ortaya ne çıkacak.

Amatörce bir çalışma oldu. Olsun. Edebiyat ödülü alalım diye bir iddiamız, talebimiz yok. Çocuklarıma, torunlarıma bir hatıra kalsın istedim. En azından, “Bir Hatıra” değeri taşırsa, ne mutlu bana.

Çocuklarımın, torunlarımın kütüphanelerinde birer adet “NEBRİNİN OĞLU” bulunursa, ne mutlu bana.

Belki çok basit, önemsiz ama benim için değerli olan, bana ait olan hatıralarımla birlikte, sonsuz sevgilerimi bırakıyorum çocuklarıma, torunlarıma. Çok seviyorum hepsini.