EKİNCİ KORKUSU

EKİNCİ KORKUSU

Annelerimizden sık sık duyardık “Sakın evden uzaklaşmayın, Ekinciler sizi kaçırır.”

Bu Ekinciler her yaz mutlaka bir iki kez uğrarlardı köye. Galiser’den (Şebinkarahisar), Alıcara’dan (Alucra) gelirlermiş. Yaşlı yaşlı karılar. Sırtlarında bir bohça, köy köy dolaşırlar, bir şeyler satarlardı herhalde ama alışverişlerine hiç rastlamadım. Bu Ekinci kadınlarından biri benim için anneme “Senin bu oğlun hakim olacak.” demiş. Artık bende nasıl bir belirti gördüyse… Ben de, bu ekinci karısını haklı çıkarmak istedim doğrusu. Üniversite sınav zamanı hukuk fakültesini tercihlerimin en üstüne yazmıştım ama olmadı. 16 puanla hukuku kaçırdım, edebiyat fakültesinin Coğrafya bölümüne girdim. Coğrafya öğretmenliği diploması aldım. Hukuku kazansaydım hakim olmak ister miydim bilmiyorum. Sanırım istemezdim, hiçbir zaman ilgimi çekmedi çünkü.

İstanbul’da çok Galiserli ve Alıcaralı arkadaşım oldu. Hemen hepsine çıkışmışımdır. “Ulan Ekinciler, sizin yüzünüzden çocukluğumuzu yaşayamadık!” Gülüyorlar, ne desinler…

Bize kötü, korkutucu gibi anlatılan bu Ekinciler, meğerse, ekin yapan insanlarmış. Bizim gibi fındık bahçeleri olmayan, geniş tarlaları, ekin alanları olan, mısırdan ziyade buğday, arpa, çavdar gibi tarım işi yapan hoş, tatlı insanlarmış. Ne çok günahlarını almışız.

Çok sık olmasa da Alevi, kızılbaş sözleri de duyardık. Hoş şeyler değildi duyduklarımız. Kötü insanlardı bu kızılbaşlar, dinsiz imansızdı, ana bacı bilmez insanlardı. Sofralarına oturulmaz, ellerinden su içilmez, yemek yenmezdi.

Çok Alevi arkadaşım oldu. Çok. Halen de çok Alevi arkadaşım var. Ellerinden çok su içtim. Sofralarında çok yemek yedim. Omuz omuza meydanlarda emek, ekmek mücadelesi verdim. Çok sırtımı dayadım Alevi arkadaşlarıma, hiçbirinden nankörlük görmedim.

Merttiler, dürüst ve güvenilir arkadaştılar. Neye inandıklarını, nasıl ve nerede ibadet ettiklerini hiç sormadım, merak da etmedim. Kulun Allah ile arasındaki ilişkinin, benim haddim dışında olduğuna, bu konuda ne sorgulama yapmak ne de hüküm vermek gibi bir haddimin olmadığına, hatta yorum yapma hakkımın olmadığına inanırım. Herkesin inancı kutsaldır. Neye inanacağı, nasıl ibadet yapacağı kendi sorunudur. Hesabını da Allah’a verir.

Genel düşüncem şudur: “Kötü, her yerde kötü; iyi her yerde iyidir.”

Bugün halen aynı önyargılar var mı bilmiyorum ama olmasın artık. “Yaratılanı sevelim, yaratandan ötürü.”

Önyargılar cehaletten gelir, cehaletten beslenir. Eğitim şart. Önkoşulsuz, amasız, fakatsız eğitim şart. Eğitim; okuma yazma öğrenmek değildir sadece. Sadece küçük yaştaki çocukları sınıflara doldurup, belirlenmiş şeyleri ezberletmek değildir. Eğitim; hayatı öğretmektir, iyiyi kötüyü, yanlışı doğruyu öğretmektir. İnsan ilişkilerini, insan hayvan ilişkilerini, insan doğa ilişkilerini öğretmektir. Öğrenmenin yaşı yoktur. Öğretmen öğrenci ilişkisi, yani eğitim sadece sınıflarda değil, hayatın her anında, her alanında ve mekanında yaşanmalıdır.

Bu açıdan baktığımızda, 90’lı yılların başından itibaren uygulanan “taşımalı eğitim” sistemi, bilinçli ya da bilinçsiz, çok yanlış bir uygulama olmuştur.

2004 yılında, ailece köye gittiğimizde, okulumuzun kimsesiz, pis ve bakımsız hali içler acısıydı. Plastik bir Atatürk maskını yerde toz toprak içinde bulduğumda duyduğum üzüntüyü anlatamam.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren bizzat Atatürk tarafından uygulamaya konulan, cehaletin yenilmesi, Anadolu’nun aydınlanması ve aydınlatılması projesinin temelini oluşturan köy okullarının kapatılması, köylerin öğretmensiz bırakılması affedilemez ve sonuçları çok ağır olan bir hatadır. Her türlü yokluğa, yoksulluğa rağmen köylerimize ulaşan bu eğitim kurumlarının, öğretmenleri ile birlikte yaşamaları, Atatürkçü çağdaş aydınlanmanın yayılması ve gelişmesi açısından çok önemlidir.